Yeşilçam Hatırası

“Bir dönemin, özellikle 50’li, 60’lı yılların sinemasına damgasını vurmuş unutulmaz filmlerin, unutulmaz oyuncularının büyülü dünyasına gireceksiniz birazdan. Gong sesini duyduğunuzda, ışıklar sönecek, bütün zamanların en dev kadrolu siyah-beyaz belgeselini izlemeye başlayacaksınız. Yeşilçam Hatırası: Unutulmayan Yüzler, unutulmaz filmler...

8 Aralık 2009 Salı

Bir fantastik kahramandı Metin Keşke şimdi aramızda olsaydı



Yitirdiklerimizin ardından yazmak zor. Yazdığım bütün yazılar, yaptığım söyleşiler, çalışmalarım hep insanları yaşarken hatırlamak, onlar için sağlıklarında bir şeyler yapmak içindi. Anma yazılarını ayrı tutarak söylüyorum, ölümler üzerine kara gözlüklerinin arkasına saklanarak cenazelerde boy gösterip konuşanlara, yaşarken hayatlarında hiç güzel cümleler kurmayıp ölüm sonrasını bekleyenlere, ölü sevicilere ve akbabalara tepkimi şöyle dillendirmiştim “Yeşilçam Hatırası”nın giriş yazısında: “Akbabalık yapmanın dönemi olamazdı. Önemli bir devlet adamı ya da bir sanatçı hastalanıp komaya mı girdi, hemen televizyon programları yapar, kitaplar çıkarırlar. Fakat bekledikleri olmaz, o günlerde hayatını kaybetmez o devlet adamı ya da sanatçı. Olsun, ne gam, onlar akbabalıklarını yapıp görevini yerine getirdiler ya, kendileriyle gurur duyabilirler. Yeşilçam da, onlar için sadece bir malzemeydi sonuçta. “Oportünistçe” olsun tavırları, ne fark eder, devir “rant” devriydi nasılsa. Kemal Tahir’in, Ayşe Şasa’ya her dönem geçerli olabilecek kulaklara küpe öğüdünü okumuştum M. Nedim Hazar’ın “Gökdelen Mağarada İki Senarist” başlıklı yazısında. “Maskaralık yaptığın sürece seni baş tacı ederler ama ciddi bir şey yaparsan kimse ilgilenmez. Yolunu seç.” Yıllar önce söylenmiş bu söz, bugünün dünyasını, ilişkilerini açıklayabilmek için de çok anlamlı, yapılan işlere baktığımızda. Aşk ve hüzün ticareti yapanlar, halkla ilişkiler ve AR-Ge şirketleriyle hedef kitle belirleyip yazılarını popüler olmaya ve çok satmaya göre yazanlar, televizyon programlarında baktıkları aynalarda “ne görüyorsun?” sorularını, “güzellikler, acı, hüzün” diye yanıtlayanlar, paparazzi içerikli belge-seller yapanlar, hırsızlar, yalancılar, dedikoducular baştacı edilmiyor mu günümüzde. İhanetin tarihinin ve yükselme hikayelerinin yazılmadığı, hiçbir yaptırımın olmadığı, aksine bunların kışkırtıldığı günümüzde elbette maskaralık geçer akçe olacaktır. Halit Refiğ’den Osman Seden’e, Lütfi Akad’dan Ertem Göreç’e, Atıf Yılmaz’dan Meduh Ün’e, Ülkü Erakalın’a, Tunç Başaran’dan Zeki Ökten’e, Şerif Gören’e kadar birçok yönetmenin çektiği, mahalle arkadaşlıklarının, dostlukların, dayanışmanın, insani değerlerin anlatıldığı filmleri, örnekse “Üç Arkadaş”tı, “Mahalle Arkadaşları”nı, Karanlıkta Uyananlar”ı, “Güle Güle”yi izledikçe değişimi görebiliyorduk.”
Metin Demirhan da işin kolayına kaçmadan, duruşlarından ödün vermeden yaşayan hayal kahramanıydı sanki. Metin Demirhan’la sanırım son görüntülü söyleşiyi ben yapmış ve yayınlamıştım “Fantastik Türk Sineması” belgeseli nedeniyle.   

Bir fantastik kahramandı Metin
Fantastik kahramanlarımdan biriydi Metin Demirhan, tıpkı Giovanni Scognamillo gibi. 90’lı yılların sonunda ne zaman Beyoğlu’na çıksam, yolum Atlas Pasajı’ndan geçse Metin’i Giovanni Scognamillo ile “Atılgan’ın önünde sohbette görürdüm. Metin’le tanışıklığımızın başlangıcı daha eskiye uzansa da arkadaşlığa, dostluğa evrilmesi de o tarihlerde başlar. Öküz dergisinde “Artizler Kahvesi”ni yazdığım günlerdi. Metin “iyi bir iş” yaptığımı, her anlamda beni desteklediğini söylüyor, kendi çalışmalarından söz ediyordu. Yeşilçam’ın “Zagor”u,, “uçan Süpermen”i Levent Çakır’ın hâlâ özenle koruduğum bir fotoğrafını vermişti, Levent Çakır söyleşisinde yayınlamam için. Öncesinde de kitap, lobi, film ve fotoğraf alışverişlerimiz olurdu. Fanzinleri ve bazı sinema dergilerini, kitapları Metin’den, Atılgan’dan alırdım. Böylece sohbet edebilme fırsatımız olurdu. Daha çok fantastik edebiyat, çizgiroman  ve sinema meraklılarıyla dolu olurdu Atılgan. Müdavimleri de vardı sık sık sohbet ve alışveriş için uğrayan. O küçücük dükkana kocaman bir dünya sığdırıyordu Metin. Atlas Pasajı’na girdiğimde, Metin’e ve Suat Bilgi’nin Çalıntı ‘dükkanına uğrar, ayaküstü sohbetler yapardık.
Metin hayata kenar süsü olan insanlardan değildi. Düşleri, yapmak istediği “büyük işleri” ve yaptıkları vardı. Biz büyümüştük ve kirlenmişti dünya fakat Metin içindeki çocuğu öldürmemişti. Çocuksu bir yürüyüşü vardı.
Dünyayı Kurtaran Adam “furyası” başladığında dergilerde Dünyayı Kurtaran Adam ve Cüneyt Arkın özel sayıları yapılırken, afişleri, lobilere kapış kapış ve fahiş fiyatlarla satılırken filmin yönetmeni sevgili Çetin (İnanç) ağabey ile tanışmış ve bir söyleşi yapmıştım. Çetin ağabey, Cüneyt Arkın Belgeseli çekiyordu o günlerde. Birlikte sete gitmiş, Cüneyt Arkın’la da bir söyleşi yapıp Öküz’de yayınlamıştım. Çetin ağabeyle Atlas Pasajı’nın arka girişindeki çay ocağında buluşacağım gün Metin’e de uğramış, ayaküstü sohbet etmiş, Çetin ağabeyle buluşacağımı söylemiştim. Tanışmak istediğini, dükkana uğrarsa mutlu olacağını söylemişti Metin. Mesajını Çetin ağabeye iletmiştim, Metin’le ilgili bilgi vererek. Sonrasındaki tanışma anlarını Çetin ağabey de Metin de anlattı. Metin’in dükkanla ilgili bir nedenle polisle bir sorun yaşadığı ve dükkanda polislerin olduğu zamana denk geliyor Çetin ağabeyin uğradığı an. Metini bu sıkıntılı andan Çetin ağabey kurtarıyor. Böylece aralarında Metin’in ölümüne dek süren kalıcı ve güzel bir dostluk başlıyor.

“Dünyayı Kurtaran Adam 2” projesi bir devam filmi olarak bu dostluktan doğuyor. Sonrasında yapılan diğer film nedeniyle (Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu), Metin de Çetin ağabey de haklı bir öfke ve üzüntü yaşamışlardı. Bu süreci yaptığımız söyleşi de Metin şu cümlelerle anlatmıştı: “5-6 yıl öncesinde benim yakın arkadaşım Cem Koçak’la bu filmi izlediğimiz bir sırada ya neden bu projeyi geliştirmiyoruz dedik. Çetin İnanç’la da tanışmıştım o sıralar. Bunun için bir hikaye yazalım diye yola çıktık, başladık yazmaya. Bir yılda bir hikaye yazdık, Çetin .İnanç’ a söz ettik film yapalım diye. Aradan iki yıl geçti tam ciddi  bir girişimde bulunacağız, yapımcıyla görüşecektik ama 1999’da depremler tam bir kaos ortamı yarattı ve ardından gelen kriz bizim bu projeyi rafa kaldırmamıza neden oldu. Yani Dünyayı Kurtaran Adam  2 projesi Cem Koçak, ben ve Çetin .İnanç’ın projesiydi. Bu en azından 20-30 makalede  ve söyleşilerde duyurulmuştu. Hatta internet aracılığıyla yurt dışında bir çok dergide haberleri çıkmıştı. Lucas filmin, Star Wars’ın offical sitesinde dahi ‘Turkish Star Wars 2’ çekiliyor diye haber çıkmıştı. O dönem kriz içinde bulunuyor olmamız, Çetin İnanç’ın Amerika’ya seyahat etmek zorunda olması bizi biraz projeden uzaklaştırdı.
‘Dünyayı Kurtaran Adam’ın devamı yada tektrar çevrimi Çetin İnanç’sız, Aytekin Akkaya’sız ve Cüneyt Arkın’sız olmaz ve olacağına da inanmıyorum. Mehmet Ali Erbil’in dünyayı kurtaracağına da inanmıyorum.. Kartal Tibet’in neden böyle bir projeye girdiğini de aklım almış değil. En azından bu projyle benim ve arkadaşımın ilgilendiğini biliyorlardı. Bizden yardım isteyebilirlerdi. Belki daha iyi bir film ortaya çıkardı. Çetin İnanç’la görüşmelerim devam ediyor, elimde bitmiş bir öykü ve  senaryo var. Tekrar yapımcı arayışına girişeceğiz. ‘Dünyayı Kurtaran Adamı’n devamını yani kaldığı yerden başlayan hikayeyi çekmeye kararlıyız. Varsın ‘Dünyayı Kurtaran Adam’ın bir oğlu olsun, istiyorlarsa bir torun yazarız, eniştesinin oğlu yazarız, onu da çekerler. Çekmezlerse biz çekeriz.”
Çetin İnanç da devam filmi diye yansıyan filmle ilgili olarak düşüncelerini,  şu cümlelerle anlatmıştı “Fantastik Türk Sineması Belgeseli” için yaptığımız söyleşide: “Bizim filmle ilgisi yok o filmin. Mehmet Ali Erbil, ‘box office’i olan bir adam. Reyting alıyor tvde, gişe yapıyor sinemada. Cüneyt Arkın’ı da almışlar. Oynar, aktör. Oynaması doğru mu yanlış mı onu da kendi bilir. Bana gore yanlış. ‘Dünyayı Kuratan Adam’ın Oğlu’nu da yapma. Türk sineması bu kadar mı aciz? 20 sene once yapılmış absürd, dünyanın en kötü kült filmini sen al, devamını yap. Demek ki sen hiç bir şey bulamıyorsun. ‘Dünyayı Kurtaran Adam’ın Oğlu’nu yapacağına ‘Uzaydaki Kahraman’ diye bir film yap.  Niye o ismi kullanıyorsun?
“Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu”nda oynadınız. İlk filmden Çetin İnanç yok, Aytekin Akkaya yok. Onların da içinde olduğu bir devam filmi projesi vardı, gerçekleşemedi. Bu yeni film devam filmi sayılabilir mi?” diye sorduğum Cüneyt Arkın da şöyle yanıtlamıştı soruyu: “Dünyayı Kurtaran Adam’ diye bir isim var. Cüneyt Arkın da orada ‘Dünyayı Kurtaran Adam’ı sembolize ediyor. Ama mesele o değil. ‘Dünyayı Kurtaran Adam’ın Oğlu filmini çekmek gerekir miydi?’, mesele o. Orada bir şey var, ‘Cüneyt Arkın efsanesine ithaf edilir’ diyor bu film. Cüneyt Arkın efsanesi seyircinin gönlünde mi yaşamalıydı, yoksa gündeme gelmeli miydi? Bunun cevabını verdiğin zaman o soruya da cevap vermiş oluyorsun.”
Giovanni Scognamillo ve Metin Demirhan’ın birlikte hazırladıkları “Fantastik Türk Sineması” kitabından yola çıkarak bir belgesel yapmaya karar vermiştim. Düşüncemi önce Giovanni Scognamillo’ya anlatıp onayını aldım. Projenin danışmanları Giovanni Scognamillo,  Metin Demirhan ve Yılmaz Atadeniz olacaktı . Metin Demirhan ve Yılmaz Atadeniz’le de konuşup her konuda yardımcı olacaklarını, çalışmaya destek verdiklerini öğrendiğimde, cesaretlenip çalışmaya başlamıştım.
Söyleşilerin, çekimlerin bir kısmını Sarkis Paçacı’nın Beyoğlu’nda, Ağacamii Sokak’taki (şimdiki Atıf Yılmaz Sokak) fantastik dükkanı Naregatsi de yapıyorduk.
Metin Demirhan’la da, 13 Ekim 2006’da Naregatsi’de buluşup söyleşi yapmıştık. Sonrasında da çok sık görüşüyorduk. Daha çok Suat Bilgi’nin Çalıntı Cafe’sinde biraraya geliyorduk. Suat, Çalıntı Dergi’yi yeniden yayınlayabilmek için çabalıyordu. Metin de derginin sinema editörü olacaktı. İkisi de heyecanlı bir telaş içindeydiler. Metin bir yandan kısa film projelerini hayata geçirmeye çalışıyor, “Baltam Gelecek Kellen Gidecek” adını verdiği filminin çekimlerini sürdürüyordu. “Kült bir korku filmi” yapmak istiyordu. Yeşilçam geleneğine bağlı “trash movie” (çöplük sineması) B sınıfı hatta kendi deyimiyle Z sınıfı, absürd  film projeleri düşlüyordu. Filmler, fanzinler, dergiler, yeni kitaplar hazırlamak istiyor, internet siteleri, bloglar oluşturuyordu.  Hep çok heyecanlı ve çocuksuydu. Her zaman anlatacak yeni bir projesi, yeni düşleri vardı.
Metin Demirhan’dan Bilimkurgu, Korku, Fantazya ve Serüven Sineması Üzerine...” alt başlığının yeraldığı fantastiksinema.blogspot.com adlı sitede şu cümleler  yer alıyordu:
Merhaba;
Aradan geçen zaman içerisinde blog yavaş yavaş oturmaya başlıyor sanıyorum. Daha fazla yazı ve görsel malzeme ekleme imkanı bulabiliyorum artık. Geniş bir yelpazede FANTASTİK SİNEMA’yı anlatmak ve paylaşmak olan amacım, yeni dostlar kazanmamla birlikte daha heyecanlı bir hal almış durumda. Bu ay, Denizden Gelen Dehşetler, C.H.U.D., The MIST, Herschell Gordon Lewis’in Kanlı Dünyası, 70’li Yılların Canavarları Saldırıyor ve Crio H. Santiago ya da Mad Max İmitasyonlarının Filipinli Ustası gibi makaleler ekledim siteye. Umarım beğenisiniz. Ayrıca kardeş bloğum Maske&Yumruk’u da güncellemeye başlayacağım; Eski ve yeni Türk sineması ile ilgili yazıları okuyabileceksiniz. Bu arada görmüşsünüzdür bu bloğa Barışarock 2007 etkinlikleri sırasında çektiğim ROCKXAN! adlı kısa Teen Slasher filmimin Youtube linkini de koydum. Ayrıca Baltam Gelecek Kellen Gidecek! adlı bitmek üzere olan uzun metrajlı filmimin de Teaser Trailerleri ve de küçük bir çekim aşaması videosunun da linkleri var orada... Teaser Trailerler biraz acemice oldu ama idare edin... Görüşmek üzere... Sevgilerimle. Metin Demirhan”
Yaşımız ilerledikçe hep sağlıkla ilgili hastalık ve ölüm haberleri alır olmuştuk artık. Artık telefonları açmaya korkar olmuştum kötü haber alacağım endişesiyle. Daha geçtiğimiz günlerde iki arkadaşımı daha kaybetmiştim aynı hafta içinde.
2007 yılının Ekim ayında da yanılmıyorsam ilk Suat Bilgi aramıştı “kötü” haberi vermek için. Sonra da diğer telefonlar ve e-postalar gelmişti arka arkaya: “Metin beyin kanaması geçirdi, hastaneye kaldırıldı. Yoğun bakımda.” Sonbahar hüzünle, acıyla gelmişti. Ailesi, arkadaşları günlerce umutla beklemişti iyi haberi alabilmek için. Ne yazık ki beklenen iyi haber gelmedi. Metin Demirhan 1 Kasım 2007 sabahı ayrıldı aramızdan.
Yaşadığımız koşullarda “kaçınılmaz son” için sıra hangimizdeydi? Metin’in hayata dönmesini beklerken sıranın hangimizde olduğunu konuşur olmuştuk Suat’la. Bu koşullarda bizi de ya kalp krizi ya beyin kanaması gibi sağlık sorunları bekliyordu.
Hayat bizi yanıltmadı ve “kötü sürprizini” esirgemedi. Ben de 1 Ağustos 2008 sabahı fenalaşıp hastaneye kaldırıldığımda beyin damarlarımda tıkanma olduğunu, felç geçirdiğimi bilmiyordum henüz. Sol elimde  ve ayağımda kalan hasar zamanla düzelecek olsa da yitirdiklerimizin acısı onarılır bir hasar değil. Onlarla birlikte çocukluğumuzu, gençliğimizi, geçmişimizi de yitiriyoruz, her geçen gün biraz daha eksiliyoruz.

Ekim 2009-Kartal

Not: Yazı Gölge e-Dergi 26. Sayı'da yayınlandı.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İzleyiciler