1 Nisan 1996'da Atatürk Kültür Merkezi'nde büyük aktör Münir Özkul'un 55. Sanat Yılı coşkulu ve duygulu bir geceyle kutlanmıştı. Geceyi izledikten sonra yazdığım yazıyı üstadın sağlık sorunları ve sıkıntılı anlar yaşadığı, canlandırdığı karakterlere en çok ihtiyacımız olduğu bugünlerde bir kez daha sevenleriyle paylaşıyorum...
"Aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da
sesimiz bu hoş kubbede bir hoş seda olarak kalır. (...)
Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır durur sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perdeee!"
"Türk Tiyatro ve Sinemasına unutulmaz emekleri geçen değerli sanatçı, sevgili insan Münir Özkul'un 55. Sanat Yılını hep birlikte kutlayalım." 1 Nisan 1996'da Atatürk Kültür Merkezi'nde belleklerden zor silinir bir gece yaşandı. Sanatçı dostları, öğrencileri ve Münir Özkul sevenlerle yaşanan coşkulu, duygulu bir gece… Salondakilerin çoğu gözyaşları içinde izledi sahnede yaşananları. Bir çok sanatçının dönüşümlü olarak okudukları-anlattıkları hayat hikayesi, okul arkadaşlarından sahne arkadaşlarına kadar anlatılan anılar… Film ve dialarda Münir Özkul…
Gecenin sonunda yıllarca hepimizi zaman zaman güldüren fakat çoğu zaman hüzünlendiren hatta ağlatan Münir Özkul sahneye geldi ve artık onunla özdeşleşmiş tiradı okudu. Heyecanı ve hüznü gözlerinden okunuyordu. Ve perde… "Aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu hoş kubbede bir hoş seda olarak kalır. (...) Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır durur sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perdeee!"

1925 yılının 15 Ağustos'unda Bakırköy'de doğar Münir Özkul. O doğuştan sanatçıdır. Daha ortaokul yıllarında yaptığı taklitlerle arkadaşlarını güldürür. Sahneye ilk kez 29 Ekim 1939'da Bakırköy Halkevi'nde çıkar. Çekingen, sıkılgan bir yapıya sahiptir.
"Yaptığı taklitlerin en gözdesi olan Arkaş Palabıyıkyan taklidini, Ferdi Tayfur'un ağzından, Grucho Marx'ın yürüyüşüyle canlandırarak, ilk alkışını" alır. Lise yılları zorlu geçer. O, okuldan kaçıp kaçıp sinemalara, kütüphanelere gider. O yıllarda en çok karikatürist olmak istiyordur ve Cemal Nadir'i çok seviyordur. 1940 yılında, Reşit Baran'ın Eugene Labiche'den adapte ettiği Mahcuplar oyunuyla tiyatro serüveni başlar. Bu aynı zamanda Bakırköy Halkevi'nde, Rauf Adın'ın yönettiği Temsil Kolu faaliyetlerinin de ilkidir. "Bakırköy Halkevi'nde oynayan oyunların hemen hepsinde rol aldı. En başarılı olduğu oyunlar Erkek Güzeli ve Süt Kardeşler isimli komedilerdi. Süt Kardeşler'de yarattığı Yaşar karakteri, eski Bakırköylülerin belleklerinden hâlâ silinmemiştir." 1943'te Sadık Şendil'in Bakırköy'e dönüşüyle başlayan ikinci dönem çalışmalarında da bir çok oyundaki rolüyle başarılı olur. Temsil Kolu'nun dağılmasıyla 1948 yılında, Ses Tiyatrosunda profesyonel oyunculuk dönemi başlar ve ilk oyununda bir Ermeni rolü oynar. Provalarda pek başarılı olamayan Özkul, sahnede herkesi şaşırtır, dakikalarca alkışlanır ve kesilmeyen alkışlar nedeniyle oyun devam edemez, aynı sahne iki-üç kez tekrarlanır. Oyun başlamadan, onun başarısız olup oyunu mahvetmesinden korkan rol arkadaşı Mürvet Sim, daha sonra şunları söyler: "Provalarda ne olduğunu anlayamadığım, Münir isimli bu genç adam yüzünden son derece huzursuz ve heyecanlıydım. Birden uzun boylu, kıvrık vücutlu, dalgalı saçlı bir genç olarak girdi sahneye. Bu adam, sanki provadaki adam değil de gerçek bir Ermeni. Sahne kusursuz oynandı. Ermeni Münir sahneden çıktı, arkasından bakakaldım. Bomba gibi patlayan alkışla kendime geldim ve gözlerim doldu. Sahneye girmek için sıra bekleyen artistler, alkıştan giremiyorlardı. Alkışın ardı kesilmeyince Münir'le aynı sahneyi baştan oynamak zorunda kaldık." Sinemayla ilk kez 1949'da tanışır. Vatan ve Namık Kemal filminde "soldan sekizinci asker" rolüyle figüran olarak başladığı sinemada, 1950'de Üçüncü Selim'in Gözdesi filmiyle figüranlıktan oyunculuğa terfi eder. İkiyüzlün üstünde filmde oynar. Örneğin 1971 yılında 20 filmde birden oynayınca, kafası karışır. "Biri bitmeden öbürü başlayan filmlerin bağlantılı kostümleri, senaryoları, her şey birbirine girer evde. Sırrı Gültekin'in Mine Mutlu, Tanju Okan'lı setinden, bir taksiyle Nejat Saydam'ın Deniz Gökçer, Salih Güney'li setine yetişmekte, Aram Gülyüz'ün setinde Engin Çağlar ve Arzu Okay'la öğlen yemeği yiyip, akşam yemeğini Ertem Eğilmez'in setinde Hülya Koçyiğit ve Tarık Akan'la yemektedir. Geceleri eve ulaştığında, ertesi gün ne gibi rolleri olduğunu düşünürken, filmleri setleri birbirine karıştırmaktadır. Feri Cansel, hem Osman Seden'in filminde, hem Semih Evin'in filminde, hem de Sırrı Gültekin'in Kadir İnanır'lı filminde oynayarak Münir'in kafasını allak bullak etmektedir."

Ses Tiyatrosu'nda iki yıl çalışır. Genel havadan hoşnutsuzdur. Hemen karşı kaldırımda Küçük Sahne'yi açan Muhsin Ertuğrul'la çalışmaya başlar. 13 Nisan 1951'de Muhsin Ertuğrul'un sahneye koyduğu, John Steinbeck'in Fareler ve İnsanlar oyununda Carlson rolündedir. 1952 yılında Vasfi Rıza Zobu ile karşılıklı oynadığı Edi ile Büdü filmiyle sinemadaki ilk başrolünü oynar. “1953 yılında Küçük Sahne'de Arpa Ambarı oyunuyla, bir başoyuncu, bir yıldız olduğunu kanıtlar." Muhsin Ertuğrul'un, Devlet Tiyatrosu'nun başına getirilişinden sonra Küçük Sahne dağılır. 1957 yılıdır ve Özkul tiyatrosuz, işsiz kalır; sinemadan da aranmaz olmuştur. Lise yıllarında başladığı, "arkadaş olduğu alkolle laubali bir samimiyet" içine girer. "Konuyu şişelerle görüşür." Ayrılık uzun sürmez, 1958'de hem filmlerde rol bulur, hem de Vasfi Rıza'nın daveti üzerine Şehir Tiyatroları'na geçer.
Münir Özkul "memur ruhundan" sıkılır ve Şehir Tiyatroları'ndan ayrılır. Ardından Ankara Devlet Tiyatrosu'nda ilk ve son kez Toruadorlar Valsi oyununda oynar. Ardından İstanbul'a dönerek Hulki Saner'in Taş Bebek filminde Gönül Yazar'la birlikte oynar. Sonra hiç aklında yokken, arkadaşları tarafından ikna edilir ve Bulvar Tiyatrosu'nu kurarak "tiyatro patronu" olur. Yıl 1960'dır artık. 1962'de Bulvar Tiyatrosu, Münir Özkul Tiyatrosu adını alır. "Tiyatro patronu olduğundan beri, Münir alkolle olan arkadaşlığını, flörte, derken aşka çevirir. Münir Özkul Tiyatrosu 1964-65 mevsimini Karaca Tiyatrosu'nda Aşk Aşk Aşk isimli vodville açar. Fakat kötü bir mevsimdir bu, Münir gene alkole sarılır. Özel tiyatro patronunu tiyatrodan kovacak bir üst merci olmadığı için, patronun alkol eğilimi, denetlenmesi çok güç durumdur. Konyak! diye kükreyince Münir, sıkıysa uzatmasın cep konyağı şişesini turne amiri Özcan Özgür, turne otobüsünü birbirine katar Münir. Kendini hiç de iyi hissetmemektedir. Alkol zehirlenmesi krizleri geçirmektedir. Ve fakat bu krizlerden sonra yapılan muayenelerde, karaciğeri, akciğeri, böbrekleri, damarları, şaşılacak derecede sağlıklı bulunur. Münir bu işin iç organlarla halledilemeyeceğini anlayınca, sorumluluğu beynine yüklemeye karar verir. Gaipten sesler duymaya başlar. Derken işi azıtır ve müthiş yeteneğiyle şizofreniye kadar ulaştırır. Şizofreninin sığınılacak bir liman olduğunu keşfeder, ve kurnazca deliliğe sığınır. Herkes 'Münir delirdi'' diye dellenirken, Münir huzur içindedir."


Adile Naşit'le oluşturdukları ikili çok sevilir. 1978'de İzmir Fuarı'nda Adile Naşit'le birlikte şov yaparlar. 80'li yıllarda bir çok filmde birlikte oynarlar. Ferhan Şensoy uzun süredir Münir Özkul'la çalışmak istiyordur. Sonunda ikna eder ve Erol Günaydın'la birlikte Özkul'u Köşedönücü filminde oynatır. 1987-88 tiyatro mevsiminde Erol Günaydın'la birlikte Ortaoyuncular'la tiyatroya dönüş yapar. 32 yıl sonra onu Münir Özkul yapan Küçük Sahne'ye yeniden oyuncu olarak gelir ve Ferhan Şensoy'un yazıp yönettiği İstanbul'u Satıyorum'da Mimar Sinan rolüyle, yeni bir kuşak onu, ayakta alkışlar.. Hasan Efendi'den İsmail Dümbüllü'ye, İsmail Dümbüllü'den Münir Özkul'a geçen kavuk artık Ferhan Şensoy'dadır. 14 Mart 1989'da Ortaoyuncular'ın 9. yıldönümünde düzenlenen bir törenle Özkul, kavuğu Ferhan Şensoy'a devreder. Ortaoyuncular'la birlikte Soyut Padişah, Yorgun Matador ve Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu oyunlarında oynar Münir Özkul.

Belleğimde küçük bir anı: Ecevit'in 1980'den önce o ünlü Taksim mitingini anımsıyorum, Demirel’in "gitme, gidersen seni vuracaklar" dediği miting. Taksim alanı tıklım tıklım. Herkes didik didik aranıyor. Tam bir meydan okuma yaşanıyor alanda. Meraktan olacak ben de oradaydım. Turan Güneş, Ecevit'in şiirinden bestelenen Uyum şarkısına kürsüdeki mikrofondan eşlik ediyor. "Toprağa buğday,/ buğdaya başak ne güzel uymuş". Ecevit bekleniyor. Bir ara yanımda Münir Özkul'u görüyorum. Elinden tuttuğu küçük bir çocuk var yanında. Belki de o sıralar on-oniki yaşlarında olan küçük kızıydı. Onu görünce çok mutlu olduğumu anımsıyorum.
"Sanata ve biz sevenlerine, sinema-tiyatro izleyicilerine bir ömür harcayan Münir Özkul için, perde henüz kapanmamıştır ve dileriz daha yıllarca kapanmasın."
harika bir yazı ya, ellerine saglık.
YanıtlaSilKoxpcu
YanıtlaSilTimur taş hoca
Evcil Hayvan Forum
Yemek Tarifleri