Yeşilçam Hatırası

“Bir dönemin, özellikle 50’li, 60’lı yılların sinemasına damgasını vurmuş unutulmaz filmlerin, unutulmaz oyuncularının büyülü dünyasına gireceksiniz birazdan. Gong sesini duyduğunuzda, ışıklar sönecek, bütün zamanların en dev kadrolu siyah-beyaz belgeselini izlemeye başlayacaksınız. Yeşilçam Hatırası: Unutulmayan Yüzler, unutulmaz filmler...

19 Ocak 2010 Salı

SİNEMANIN KOMİKLERİ


Adam dünyada hiçbir şeyden zevk almadığı, hiçbir şeye gülemediği şikayetiyle doktora gider. Doktor çeşitli önerilerde bulunur. Fakat adam bunların hepsini denediğini yine de bir sonuç alamadığını söyler. Doktor bu kez şehirde temsiller veren sirke gitmesini ve oradaki palyaçoyu seyretmesini salık verir; "O palyaçoyu seyret, mutlaka neşelenip güleceksin. O’nun dünyada güldüremeyeceği insan yoktur" diyerek. Adamın buna yanıtıysa şöyledir: "Ne diyorsunuz doktor! O bahsettiğiniz palyaço benim.
Sinemanın komikleri yıllardır gülmeyi ve güldürmeyi sürdürür beyazperdeden bize yansıyan görüntülerinde...

Komik halk kahramanlarımız aslında birer anti kahramandı. Yüzyıllardır güldürürken düşündürmeyi ve ders vermeyi sürdürdüler dilden dile akan hikayeleriyle. Karagöz, Nasreddin Hoca, Keloğlan yarı hayal yarı gerçek kahramanlarımızdı.
Tuluat kumpanyalarının, gezici çadır tiyatrolarının, direklerarasının ete kemiği bürünmüş komiklerinin serüvenleri farklı suretlerde beyazperdeye de yansımaya başlar ilk kez Muhsin Ertuğrul döneminde.
Komik Naşit Bey, Kel Hasan, İsmail Dümbüllü gibi Tuluat kumpanyalarının, çadır tiyatrolarının ya da sinemanın komikleri yaşadıkları tüm zorluklara karşın, acılarını, sorunlarını içlerine atıp güldürmeyi sürdürür.
Komiklerimizin maceraları ilk filmlerden itibaren başlar. İsmet Fahri Gülünç, Şadi Fikret Karagözoğlu ve Naşit Özcan da sinemadaki ilk komik tiplemelerimizdi.

40’lı yıllarda İsmail Dümbüllü halk komiği olarak yıldızlaşır.
50’li yıllarda yeni yeni komikler tanırız. Aziz Basmacı, Settar Körmükçü, Vahi Öz, Zeki Alpan, Münir Özkul gibi oyuncular beyazperdenin sevilen komiklerinden bazılarıdır sadece.
1960’lı yıllara gelindiğinde salon komedileri dönemi de başlıyordu. Yine bu dönemde etkisi yıllarca sürecek tiplemeler de yaratılır. Feridun Karakaya’nın oynadığı Cilalı İbo, Öztürk Serengil’in Adanalı Tayfur’u ve Sadri Alışık’ın Turist Ömer’i güldürü sinemasının üç büyükleri olarak öne çıkar.
Adanalı Tayfur gibi Adanalı Celal’de de izleriz Öztürkserengil’i.
Sadri Alışık’ı da dramla güldürüyü iç içe barındıran filmlerde izleriz.
Komedi filmlerinin jenerikleri de komik ve yaratıcı olmaktadır.
60’lı yıllar komedilerinin, bol kadrolu yıldızlar geçidi komedi filmlerinin bolca yapıldığı ve çok sevildiği verimli bir dönemdir.
Kimler yoktur ki unutulmaz güldürü ustaları arasında... Vahi Öz, Necdet Tosun, Cevat Kurtuluş, Ali Şen, Mualla Sürer, Mürvet Sim, Hulusi Kentmen, Suphi Kaner, Cevat Kurtuluş hemen akla gelenlerden bazıları sadece...

Vahi Öz, Horoz Nuri tiplemesiyle birçok filmde yansır beyazperdeye...
Vahi Öz’ün, Mualla Sürer’le oluşturdukları ikili ise unutulmaz bir neşe kaynağıdır o filmleri izlediğimizde.
Türk sinemasının hüzün yüzlü komiği Suphi Kaner ise ne yazık ki trajik bir hayat sürdürür. En verimli döneminde intihar ederek ayrılır aramızdan.
Cevat Kurtuluş unutulmazlar arasına yazdırır adını.
Hulusi Kentmen de Mualla Sürer’le haylaz çocuklar gibidir bir çok filmde...
Sami Hazinses her zamanki Sami Hazinses’dir, fıldır fıldır oynayan gözleriyle...
Tiyatronun ustalarından Muammer Karaca da Cibali Karakolu ile sinema seyircisinin karşısına çıkar.
Bazen kötü adam olarak ünlenen, izlerken korkudan iliklerimize kadar titrediğimiz oyuncular da komedi filmlerinde kendini gösterir. Örnekse kötülerin kötüsü Ahmet Tarık Tekçe, Hüseyin Baradan... Kitapsız ilim, Ahmet Tarık Tekçe’siz film olmaz gibi tekerlemeler üretilirdi o yıllarda.

Hüseyin Baradan adına film de yapılır. Hüseyin Baradan Çekilin Aradan.
70’li yıllar erotik komedilerle geçerken, Türk sinemasına damgasını vuran Ertem Eğilmez 60’lı yıllarda yaptığı Fatoş’un Fendi Tayfur’u Yendi, Helal Adanalı Celal gibi komedi filmlerle bu tarzda da başarısını göstermiştir.
Erotik komedilerin ağırlıkta olduğu 70’li, 80’li yıllarda, iyi komedi filmler Ertem Eğilmez imzasıyla geçer tarihe.
70’lerin hemen başında Tarık Akan’lı Tatlı Dillim, Sev Kardeşim, Oh Olsun, Yalancı Yarim, Mavi Boncuk’la başlattığı duygusal aile komedilerini, Kemal Sunal’lı, Zeki Alasya’lı, Metin Akpınar’lı, Halit Akçatepe’li Köyden İndim Şehire, Salak Milyoner izler. Her oyuncu bir kez daha yıldızlaşır bu filmlerde.
Çok tutan dev kadrolu filmlerle sürdürür gençlik ve halk komedisi aile filmlerini Ertem Eğilmez.
Kemal Sunallı, Tarık Akanlı, Münir Özkullu, Adile Naşitli, Halit Akçatepeli Hababam Sınıfı serisi unutulmazlar arasına girer.

Kemal Sunal da, Şener Şen de, İlyas Salman da tekrar tekrar, büyüdükçe büyür Ertem Eğilmez filmlerinde. Tabii ki Adile Naşit, Münir Özkul, Halit Akçatepe, Ayşen Guruda, Şevket Altuğ ve diğer oyuncular da.
Sinemamızın son çeyrek yüzyılına damgasını vuran Şener Şen gibi, Uğur Yücel de Ertem eğilmez filmlerinde yıldızlaşır.
Unutulmaz ikililer de oluşur komedi filmlerinin sevimli kahramanları arasında. Tarık Akan Gülşen Bubikoğlu, Hale Soygazi ve Emel Sayın’la bir çok filmde bir araya gelirken sinemanın son yıldızlarından Gülşen Bubikoğlu da Tarık Akan dışında Aytaç Arman’la, Müjdat Gezen’le unutulmaz ikililer oluşturur bir çok filmde.
Andık, hatırladık... Hatırladıkça güldük, hatırladıkça hüzünlendik... Onlar her koşulda güldürdüler bizi. Güldürürken düşündürdüler...

SİNEMANIN KOMİKLERİ - 02

Andık, hatırladık... Hatırladıkça güldük, hatırladıkça hüzünlendik... Onlar her koşulda güldürdüler bizi. Güldürürken düşündürdüler...


Not: Facebook hesabınız varsa
başlığa tıklayarak videoyu
izleyebilirsiniz.

SİNEMAMIZIN KOMİKLERİ - 01

Andık, hatırladık... Hatırladıkça güldük, hatırladıkça hüzünlendik... Onlar her koşulda güldürdüler bizi. Güldürürken düşündürdüler...

Not: Facebook hesabınız varsa başlığa
tıklayarak videoyu izleyebilirsiniz.

2 Ocak 2010 Cumartesi

MÜNİR ÖZKUL: Sahnede Bir Ömür


1 Nisan 1996'da Atatürk Kültür Merkezi'nde büyük aktör Münir Özkul'un 55. Sanat Yılı coşkulu ve duygulu bir geceyle kutlanmıştı. Geceyi izledikten sonra yazdığım yazıyı üstadın sağlık sorunları ve sıkıntılı anlar yaşadığı, canlandırdığı karakterlere en çok ihtiyacımız olduğu bugünlerde bir kez daha sevenleriyle paylaşıyorum...

"Aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da
sesimiz bu hoş kubbede bir hoş seda olarak kalır. (...)
Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz  fısıldaşır durur sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perdeee!"




"Türk Tiyatro ve Sinemasına unutulmaz emekleri geçen değerli sanatçı, sevgili insan Münir Özkul'un 55. Sanat Yılını hep birlikte kutlayalım." 1 Nisan 1996'da Atatürk Kültür Merkezi'nde belleklerden zor silinir bir gece yaşandı. Sanatçı dostları, öğrencileri ve Münir Özkul sevenlerle yaşanan coşkulu, duygulu bir gece… Salondakilerin çoğu gözyaşları içinde izledi sahnede yaşananları. Bir çok sanatçının dönüşümlü olarak okudukları-anlattıkları hayat hikayesi, okul arkadaşlarından sahne arkadaşlarına kadar anlatılan anılar… Film ve dialarda Münir Özkul…
Gecenin sonunda yıllarca hepimizi zaman zaman güldüren fakat çoğu zaman hüzünlendiren hatta ağlatan Münir Özkul sahneye geldi ve artık onunla özdeşleşmiş tiradı okudu. Heyecanı ve hüznü gözlerinden okunuyordu. Ve perde… "Aktör dediğin nedir ki? Oynarken varızdır. Yok olunca da sesimiz bu hoş kubbede bir hoş seda olarak kalır. (...) Artık kendimiz yoğuz. Seyircilerimiz de kalmadı. Ama repliklerimiz fısıldaşır durur sabaha kadar. Gün ağarır, temizleyiciler gelir, replikler yerlerine kaçışır. Perdeee!"
55 yıldır sahnelerde olmasına karşın oturacak bir evi bile yoktur Münir Özkul'un. "Ben tüccar değilim, eğitimciyim". Hababam sınıfı öğrencilerinin korkulu rüyası, otoriter fakat sevecen Mahmut hocası, okul müdürüne gözleri dolu dolu bunları söyledikten sonra fenalaşır, yığılır kalır. İşte o sahne izleyicinin yüreğine bıçak gibi saplanır. Film boyunca gülen insanlar ağlıyordur artık. Yine başka bir film sahnesi. Sevgili Adile Naşit hasta, yatağında yatıyor, Münir Özkul hemen yanındaki masada rakısını yudumlarken bir yandan da ağlıyor ve iç paralayan repliğini söylüyor. Eminim izleyiciler de onunla birlikte ağlıyorlar bu iç paralayan sahnede. Onlarca film, onlarca tiyatro oyunu; neredeyse yaşamı boyunca sahnedeydi Münir Özkul. "Bazı şeylere sanatla ulaşmamız gerekir, diğerleri yazgı ya da şansla elde edilir."(Agathon) Ne hayatını ne de oynadığı oyunları, filmleri, bu kısa yazıya sığdırmak olanaklıdır. Yaşamı da oynadığı roller gibi gel-gitlerle dolu geçer.
1925 yılının 15 Ağustos'unda Bakırköy'de doğar Münir Özkul. O doğuştan sanatçıdır. Daha ortaokul yıllarında yaptığı taklitlerle arkadaşlarını güldürür. Sahneye ilk kez 29 Ekim 1939'da Bakırköy Halkevi'nde çıkar. Çekingen, sıkılgan bir yapıya sahiptir.

"Yaptığı taklitlerin en gözdesi olan Arkaş Palabıyıkyan taklidini, Ferdi Tayfur'un ağzından, Grucho Marx'ın yürüyüşüyle canlandırarak, ilk alkışını" alır. Lise yılları zorlu geçer. O, okuldan kaçıp kaçıp sinemalara, kütüphanelere gider. O yıllarda en çok karikatürist olmak istiyordur ve Cemal Nadir'i çok seviyordur. 1940 yılında, Reşit Baran'ın Eugene Labiche'den adapte ettiği Mahcuplar oyunuyla tiyatro serüveni başlar. Bu aynı zamanda Bakırköy Halkevi'nde, Rauf Adın'ın yönettiği Temsil Kolu faaliyetlerinin de ilkidir. "Bakırköy Halkevi'nde oynayan oyunların hemen hepsinde rol aldı. En başarılı olduğu oyunlar Erkek Güzeli ve Süt Kardeşler isimli komedilerdi. Süt Kardeşler'de yarattığı Yaşar karakteri, eski Bakırköylülerin belleklerinden hâlâ silinmemiştir." 1943'te Sadık Şendil'in Bakırköy'e dönüşüyle başlayan ikinci dönem çalışmalarında da bir çok oyundaki rolüyle başarılı olur. Temsil Kolu'nun dağılmasıyla 1948 yılında, Ses Tiyatrosunda profesyonel oyunculuk dönemi başlar ve ilk oyununda bir Ermeni rolü oynar. Provalarda pek başarılı olamayan Özkul, sahnede herkesi şaşırtır, dakikalarca alkışlanır ve kesilmeyen alkışlar nedeniyle oyun devam edemez, aynı sahne iki-üç kez tekrarlanır. Oyun başlamadan, onun başarısız olup oyunu mahvetmesinden korkan rol arkadaşı Mürvet Sim, daha sonra şunları söyler: "Provalarda ne olduğunu anlayamadığım, Münir isimli bu genç adam yüzünden son derece huzursuz ve heyecanlıydım. Birden uzun boylu, kıvrık vücutlu, dalgalı saçlı bir genç olarak girdi sahneye. Bu adam, sanki provadaki adam değil de gerçek bir Ermeni. Sahne kusursuz oynandı. Ermeni Münir sahneden çıktı, arkasından bakakaldım. Bomba gibi patlayan alkışla kendime geldim ve gözlerim doldu. Sahneye girmek için sıra bekleyen artistler, alkıştan giremiyorlardı. Alkışın ardı kesilmeyince Münir'le aynı sahneyi baştan oynamak zorunda kaldık." Sinemayla ilk kez 1949'da tanışır. Vatan ve Namık Kemal filminde "soldan sekizinci asker" rolüyle figüran olarak başladığı sinemada, 1950'de Üçüncü Selim'in Gözdesi filmiyle figüranlıktan oyunculuğa terfi eder. İkiyüzlün üstünde filmde oynar. Örneğin 1971 yılında 20 filmde birden oynayınca, kafası karışır. "Biri bitmeden öbürü başlayan filmlerin bağlantılı kostümleri, senaryoları, her şey birbirine girer evde. Sırrı Gültekin'in Mine Mutlu, Tanju Okan'lı setinden, bir taksiyle Nejat Saydam'ın Deniz Gökçer, Salih Güney'li setine yetişmekte, Aram Gülyüz'ün setinde Engin Çağlar ve Arzu Okay'la öğlen yemeği yiyip, akşam yemeğini Ertem Eğilmez'in setinde Hülya Koçyiğit ve Tarık Akan'la yemektedir. Geceleri eve ulaştığında, ertesi gün ne gibi rolleri olduğunu düşünürken, filmleri setleri birbirine karıştırmaktadır. Feri Cansel, hem Osman Seden'in filminde, hem Semih Evin'in filminde, hem de Sırrı Gültekin'in Kadir İnanır'lı filminde oynayarak Münir'in kafasını allak bullak etmektedir."

Ses Tiyatrosu'nda iki yıl çalışır. Genel havadan hoşnutsuzdur. Hemen karşı kaldırımda Küçük Sahne'yi açan Muhsin Ertuğrul'la çalışmaya başlar. 13 Nisan 1951'de Muhsin Ertuğrul'un sahneye koyduğu, John Steinbeck'in Fareler ve İnsanlar oyununda Carlson rolündedir. 1952 yılında Vasfi Rıza Zobu ile karşılıklı oynadığı Edi ile Büdü filmiyle sinemadaki ilk başrolünü oynar. “1953 yılında Küçük Sahne'de Arpa Ambarı oyunuyla, bir başoyuncu, bir yıldız olduğunu kanıtlar."  Muhsin Ertuğrul'un, Devlet Tiyatrosu'nun başına getirilişinden sonra Küçük Sahne dağılır. 1957 yılıdır ve Özkul tiyatrosuz, işsiz kalır; sinemadan da aranmaz olmuştur. Lise yıllarında başladığı, "arkadaş olduğu alkolle laubali bir samimiyet" içine girer. "Konuyu şişelerle görüşür." Ayrılık uzun sürmez, 1958'de hem filmlerde rol bulur, hem de Vasfi Rıza'nın daveti üzerine Şehir Tiyatroları'na geçer.

Münir Özkul "memur ruhundan" sıkılır ve Şehir Tiyatroları'ndan ayrılır. Ardından Ankara Devlet Tiyatrosu'nda ilk ve son kez Toruadorlar Valsi oyununda oynar. Ardından İstanbul'a dönerek Hulki Saner'in Taş Bebek filminde Gönül Yazar'la birlikte oynar. Sonra hiç aklında yokken, arkadaşları tarafından ikna edilir ve Bulvar Tiyatrosu'nu kurarak "tiyatro patronu" olur. Yıl 1960'dır artık. 1962'de Bulvar Tiyatrosu, Münir Özkul Tiyatrosu adını alır. "Tiyatro patronu olduğundan beri, Münir alkolle olan arkadaşlığını, flörte, derken aşka çevirir. Münir Özkul Tiyatrosu 1964-65 mevsimini Karaca Tiyatrosu'nda Aşk Aşk Aşk isimli vodville açar. Fakat kötü bir mevsimdir bu, Münir gene alkole sarılır. Özel tiyatro patronunu tiyatrodan kovacak bir üst merci olmadığı için, patronun alkol eğilimi, denetlenmesi çok güç durumdur. Konyak! diye kükreyince Münir, sıkıysa uzatmasın cep konyağı şişesini turne amiri Özcan Özgür, turne otobüsünü birbirine katar Münir. Kendini hiç de iyi hissetmemektedir. Alkol zehirlenmesi krizleri geçirmektedir. Ve fakat bu krizlerden sonra yapılan muayenelerde, karaciğeri, akciğeri, böbrekleri, damarları, şaşılacak derecede sağlıklı bulunur. Münir bu işin iç organlarla halledilemeyeceğini anlayınca, sorumluluğu beynine yüklemeye karar verir. Gaipten sesler duymaya başlar. Derken işi azıtır ve müthiş yeteneğiyle şizofreniye kadar ulaştırır. Şizofreninin sığınılacak bir liman olduğunu keşfeder, ve kurnazca deliliğe sığınır. Herkes 'Münir delirdi'' diye dellenirken, Münir huzur içindedir."
Arena Tiyatrosu'nda bir çok oyunda rol alır. Sonraki yıllarda da defalarca oynayacağı Kanlı Nigar oyunundaki İbiş rolüyle özdeşleşir ve İlhan İ‹İskender ödülünü alır. Sinemada da bir çok ödül almıştır. Kanlı Nigar'ı izlemeye gelen İsmail Dümbüllü, oyun öncesinde "Münir fesini giymesin, ona kavuğumu vereceğim" diye haber gönderir. 19 Nisan 1968 gecesi Arena Tiyatrosu'nda "eskilerin 'icazet' dedikleri bir törenle, İsmail Dümbüllü, Münir'e el vermiştir." 1969'da Haldun Taner ve Çetin İpekkaya ile Bizim Tiyatro'yu kurar. Haldun Taner'in Sersem Kocanın Kurnaz Karısı oyununu oynarlar. "Provalarda sıkılan, bekleneni veremeyen ve ruhen pek prova sevmeyen Münir, oyunun prömiyer gecesi, Tomas Fasülyeciyan rolünde herkesi şaşırtır. Oyunun yönetmeni Çetin İpekkaya, hüngür hüngür ağlamaktadır. Başta Adalet Cimcoz olmak üzere, salondan sahneye atlayıp, ona sarılanlar vardır."

Arzu Film yapımlarının, Ertem Eğilmez filmlerinin vazgeçilmez oyuncusudur. Hababam Sınıfı filmlerinin Mahmut Hoca'sı rolüyle yıllarca belleklerden silinmeyecek bir karakter oluşturur. 1978 yılında Şehir Tiyatroları'na davet edilir ve Sersem Kocanın Kurnaz Karısı'nda yeniden oynar. Televizyonda 1979 yılında oynadığı İbişin Rüyası'ndaki rolüyle yine yürekleri burkar. O derin hüznü içinde "Çay baba" diyen ağlamaklı sesi hâlâ kulaklardadır. Yine aynı yıl Şehir Tiyatroları'nda Kanlı Nigar yeniden sahnelenir. Fakat 12 Eylül darbesi olmuş, tiyatro yönetimi değişmiştir. Askerler oyunları denetliyordur. Münir Özkul buna dayanamaz ve "delirmeye karar verir." Tiyatrodan ayrılır ve Bakırköy'e "tımarhaneye" yatar. Kanlı Nigar müzikalinde oynamak için çıkar "tımarhaneden." 
Adile Naşit'le oluşturdukları ikili çok sevilir. 1978'de İzmir Fuarı'nda Adile Naşit'le birlikte şov yaparlar. 80'li yıllarda bir çok filmde birlikte oynarlar. Ferhan Şensoy uzun süredir Münir Özkul'la çalışmak istiyordur. Sonunda ikna eder ve Erol Günaydın'la birlikte Özkul'u Köşedönücü filminde oynatır. 1987-88 tiyatro mevsiminde Erol Günaydın'la birlikte Ortaoyuncular'la tiyatroya dönüş yapar. 32 yıl sonra onu Münir Özkul yapan Küçük Sahne'ye yeniden oyuncu olarak gelir ve Ferhan Şensoy'un yazıp yönettiği İstanbul'u Satıyorum'da Mimar Sinan rolüyle, yeni bir kuşak onu, ayakta alkışlar.. Hasan Efendi'den İsmail Dümbüllü'ye, İsmail Dümbüllü'den Münir Özkul'a geçen kavuk artık Ferhan Şensoy'dadır. 14 Mart 1989'da Ortaoyuncular'ın 9. yıldönümünde düzenlenen bir törenle Özkul, kavuğu Ferhan Şensoy'a devreder. Ortaoyuncular'la birlikte Soyut Padişah, Yorgun Matador ve Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu oyunlarında oynar Münir Özkul.

Yaşam öyküsünü özetleyerek aktarmaya çalıştığım Türk tiyatro ve sinemasının unutulmaz, dev oyuncusu Münir Özkul, oynadığı rollerle bugün yaşayan bütün kuşakları derinden etkilemiştir. Herkes onda biraz kendini bulmuştur. Her rolünde kendinden bir şeyler vardır. İşte bu yüzden ölümsüzdür ve çok seviliyordur. Sanıyorum en fazla Ferhan Şensoy, Kemal Sunal, Müjdat Gezen, Tarık Akan, Şener Şen ve eşi Umman hanımın çabalarıyla gerçekleşen 55. Sanat Yılı'nda sinema ve tiyatronun bir çok ismi onun yanındaydı. Başına çiçeklerden taç taktıklarında ve plaketler verilirken o mutluluktan için için ağlıyordu. 55 yılda onca filmde, tiyatro oyununda oynamasına karşın ev bile alamazken, sadece ev almasına yetecek miktarda para toplanmasının ötesinde, bu büyük oyuncuya saygı ve vefa borcu yerine getiriliyordu.
Belleğimde küçük bir anı: Ecevit'in 1980'den önce o ünlü Taksim mitingini anımsıyorum, Demirel’in "gitme, gidersen seni vuracaklar" dediği miting. Taksim alanı tıklım tıklım. Herkes didik didik aranıyor. Tam bir meydan okuma yaşanıyor alanda. Meraktan olacak ben de oradaydım. Turan Güneş, Ecevit'in şiirinden bestelenen Uyum şarkısına kürsüdeki mikrofondan eşlik ediyor. "Toprağa buğday,/ buğdaya başak ne güzel uymuş". Ecevit bekleniyor. Bir ara yanımda Münir Özkul'u görüyorum. Elinden tuttuğu küçük bir çocuk var yanında. Belki de o sıralar on-oniki yaşlarında olan küçük kızıydı. Onu görünce çok mutlu olduğumu anımsıyorum.

"Sanata ve biz sevenlerine, sinema-tiyatro izleyicilerine bir ömür harcayan Münir Özkul için, perde henüz kapanmamıştır ve dileriz daha yıllarca kapanmasın." 

21 Aralık 2009 Pazartesi

Sararmış, silinmiş film karelerinde, sepya fotoğraflarda unutulmaz yüzler, unutulmaz isimler...


Sararmış, silinmiş film karelerinde, sepya fotoğraflarda unutulmaz yüzler, unutulmaz isimler... Cahide Sonku, Yıldırım Önal, Ahmet Tarık Tekçe, Cahit Irgat, Salih Tozan, Hulusi Kentmen, Münir Özkul, Adile Naşit, Ferda Ferdağ, Özcan Özgür... Beyoğlu biraz da Yeşilçam demektir. Sınıf atlama düşleriyle, artist olma umuduyla evlerinden, ailelerinden uzaklaşanlar soluğu Beyoğlu'nda alırdı bir zamanlar. (Sahi şimdilerde de böyle şeyler oluyor mu?) Yeşilçam'ın büyülü dünyası onları da etkilemiştir çünkü. Fakat gerçek hayatla filmlerde gördüklerinin aynı hayatlar olmadığını anlamaları uzun sürmez. Yeşilçam'ın melodramlarında gördüklerini yaşamak isteyenler için asıl dram işte o zaman başlar. Çoğu umduğunu bulamaz, düş kırıklıkları ve büyük acılar yaşar. Kimi o fırsatı yakalamış, isimleri, yüzleri ve hayatları unutulmazlar arasına girmiştir, fakat mutsuz yaşamış, mutsuz ayrılmışlardır aramızdan. ‘Kardeşim benim’ duyarlılığını, kişiliksiz ucubeler olmaktansa yalnızlaşmayı, yoksullaşmayı, acıları göze alma cesaretini, onurlu bir hayat sürebilme seçimini birçoğumuz bu insanlardan öğrenmişizdir
Sararmış, silinmiş film karelerinde, sepya fotoğraflarda unutulmaz yüzler, unutulmaz isimler... Yılmaz Güney, Yavuzer Çetinkaya, Yaman Okay, Yadigar Ejder, Suphi Kaner, Cevat Kurtuluş, Aliye Rona, Nubar Terziyan, Danyal Topatan, Bilal İnci, Kenan Pars...
Cinayet insanı olmaktansa cinnet insanı olmayı seçmiş insanlar... Kaçımız çöplükleri karıştıran ya da soğuk bir kış günü bir köşede yarı çıplak uyuyakalmış (belki de ölmüş) berduşların hayatını merak etmiş, araştırmıştır. Neler yaşamış, neden böyle bir karşı duruşu (evet, bir çoğu için -bilinçleri oranında- bu bir tavır, bir karşı duruştur) seçmişlerdir. Bir berduş nerede, nasıl ölür; cenazesi kimler tarafından, nereye ve nasıl kaldırılır? Bir sanatçı (zaten kendine sürgünken) neden Büyükada'da bir mağarada yaşamayı seçer? Neden insanlar onları anlamaya çalışmak, seçimlerine saygı duymak yerine, kendi çıkarları için onlara zarar vermeye kalkarlar? İnsanlar birbirlerini neden bu kadar rahat kırabiliyorlar? Hayat, erdem, aşk yorgunu, kırgını insanlar ruh uyuşmazlığı içinde daha kaç yüzyıl acı çekecekler?
Taksim'den İstiklal Caddesi'ne doğru yürümeye başladığımda nedense hep Cahide Sonku, Yıldırım Önal ve beyaz kefenleri içinde protestosunu haykıran Ferda Ferdağ gelir aklıma; bir de oturacak kiralık ev bile bulamayan Özcan Özgür. Cahide Sonku bataklıkta gül olmayı seçmişti seçmesine fakat bizler beter bataklıklardık. O Beyoğlu'nun arka sokaklarında, salaş meyhanelerinde ulaşması mümkün bir çok lüksü reddederek alkolde dostluk arıyordu. Kader ve cinnet arkadaşlarıyla yaşadığı dramı, o günün Yeşilçam starlarından kaçını ilgilendirmişti? Daha sonra aynı dramı yaşayanlar onu hatırladıkça neler hissetmişlerdi? Kimi anılarını dinledikçe bugün bile bizlere çok önemli hayat dersleri verdiğini düşünüyorum. Cahide Sonku cinnetini en çok başkalarıyla olduğunda mı yaşıyordu? Ya Yıldırım Önal... "Stella, Stella..." diyen sesi bugün bile kaç kuşağın kulaklarında. Belki de yaşadığı varoluş sancısı, yaratıcı acı nedeniyle hayatla bir türlü uzlaşmayan, belki de bu yüzden sık sık alkol komalarına giren Yıldırım Önal, bir çekim sırasında fotoğraf çektirmek istemediği için gazetecilerden kaçar. Bu kaçışın nedenini soran gazeteciye, "Ben gazetecilere küskünüm arkadaş... Çöp bidonuna düştüğüm gün, hemen ayaklarımın resmini çekip 'sarhoş' diye yazdılar. Gözümün birini kaybettim, 'Moşe Dayan' diye alay ettiler. Tımarhaneye tedavi için yattım, bu defa da 'deli' dediler. Hiçbiri benden bir aktör, bir Yıldırım Önal olarak söz etmedi. Söyle, korkmadan söyle arkadaş, haklı değil miyim?.." yanıtını verir.
Galatasaray Lisesi mezunu olan Ahmet Tarık Tekçe, Yankesici Kız filminin galasına giderken geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybeder. Üçyüzden fazla filmde oynayan Tekçe için "Kitapsız ilim, Ahmet Tarık Tekçe'siz film olmaz" diye tekerlemeler üretilmiştir. Yeşilçam'ın sevimli güldürü oyuncusu Suphi Kaner otuz yaşında intihar ederek ölür. Daha önceleri dört kez intihar girişiminde bulunan Suphi Kaner de dostluğu alkolde arıyordu. Bir sinema dergisine şöyle bir ilan verir: "Sayın seyircilerim ve meslektaşlarım... 24.11.1961 tarihinden itibaren, on yıldan beri devamlı olarak içtiğim içkiyi, gerek sıhhatim ve gerekse dostlarıma karşı davranışlarımın anormalleşmesi bakımından bıraktım... Bundan böyle, her kim beni içki içerken veya içkili görürse kendilerine tarafımdan 1000 TL’si ödenecektir. Hürmetlerimle" Fakat sözünde duramaz, içki içmeyi sürdürür. Bunun üzerine Prodüktörler Cemiyeti bir yazı yayınlayarak Suphi Kaner'i boykot eder. Bir süre sonra da “üç tüp Nembutal adlı hapları yutup, yaşamına son verecekti. Ve ünlü komedyen 30 yaşındaydı. Gerçekten Kaner'in intiharına neden, yalnızca Prodüktörler Cemiyeti'nin bu boykot kararı mıydı? Ya da tutsağı olduğu alkol müydü?”

40 yıl varolma, ayakta kalabilme savaşı verir Ferda Ferdağ. Yeşilçam onu çok çabuk hırpalamış, oynadığı üç başrolden sonra figüranlığa indirmişti. “25 yaşından sonra anne, teyze, nine, hala” rollerini uygun görmüşlerdi. Ferda Ferdağ, kırgın ve öfkeliydi. On üç yaşında Tepebaşı Şehir Tiyatroları'na Kül Kedisi Sindrella'nın provalarına kadrolu girmiş, on dört yaşında Yeşilçam'ı keşfetmişti. Ne umutlarla, fakat hep hayal kırıklıklarıyla, acılarla ve yalnızlıklarla geçen otuz beş-kırk yıl... Sonunda annesinin altın bileziği, oğlunun yardımları ve yan oyunculukla beş yıllık borç farkını tamamlayarak emekli olur. Emekli olduktan sonra yapımcı ve yönetmenlere kendini hatırlatmak amacıyla bir gece düzenler. “35 yıl 109 gün Türk Sinema ve Tiyatrosu'na gönül verip emekli oldum. Onurlandırmanızı rica ediyorum. 19 Haziran 1987 Cuma günü saat 17.00-19.00 Perapalas Oryent Ekspres barda.” yazılı bir davetiye dağıtır. Nerede ve ne zaman davet ettiğini hatırlayamadığı bir avukat ve Gazanfer Özcan ailesinin “STR adına nefis çiçekleri” gelir yalnızca. “Haram olsun İstanbul... Bütün paralarım zemin katlarına, o akmayan sularına, jeton yutan telefonlarına, yanmayan kaloriferlerine, ikide bir kesilen elektriklerine, ayakta duracak yer bulamadığım otobüslerine, kolibasilli denizlerine gitti. Bir kere daha haram olsun İstanbul...” Sinema, tiyatro, müzik... 1971 yılında sahneye de çıkar Ferda Ferdağ, iki yıl sürdürür şarkıcılığı. Altın Kalemler dergisinde Ergun Arpaçay şunları yazar: “Yeşilçam'da bir yorgun savaşçı var. Kameraların önünden kırgın ayrılan bu yorgun savaşçı Ferda Ferdağ'dır. Çevirdiği son filminin bir planlık sahnesini tamamlayarak setten ayrılan Ferda Ferdağ buruktur, üzgündür, kırgındır. Ferda Yeşilçam'daki mücadelesini kaybetmiştir, ama sanat gücünü, sanat aşkını yitirmemiştir. Zira yıldızlar gökyüzünden düşse bile onların unutulmayacaklarını bilmektedir. (...) Mağluplar da alkışlanır. Ferda Yeşilçam'da yenilmiştir, ama yıkılmamıştır.”

Kardeşim Benim filminin unutulmaz oyuncusu Özcan Özgür, 1991 yılının Mayısı'nda Ferda Ferdağ'a "Ah kiralık bir ev istiyorum" der. Cezmi Ersöz'e "kiralar ne kadar?" diye sorar. "Acele kiralık eve ihtiyacım var". Kiraları öğrenince de "ev sahiplerinde hiç insaf kalmamış" der. Oturacak kiralık ev bile bulamaz. Bulduğu kırık dökük evlerden çıkarılır. Son yıllarında hastalanır, bacakları tutmaz. Son günlerini tekerlekli sandalyede geçirir. Kardeşim Benim filminin unutulmaz oyuncusu Özcan Özgür, acılı ve kırgın yüreğiyle hep yalnızdır ve öyle de ayrılır aramızdan.
Sararmış, silinmiş film karelerinde, sepya fotoğraflarda unutulmaz yüzler, unutulmaz isimler... Tuncel Kurtiz, Osman Alyanak, Muhterem Nur, Vahi Öz, Sadri Alışık, Ekrem Bora, Aziz Basmacı, Mualla Sürer, Sevda Ferdağ, Hüseyin Baradan, Kadir Savun, Hüseyin Zan, Pervin Par, Asım Nipton, Baki Tamer, Ahmet Mekin, Eşref Kolçak, Turgut Özatay, Hüseyin Peyda, İhsan Yüce, Reha Yurdakul, Atıf Kaptan, Süheyl Eğriboz...

Hiç unutulmayacaklar!..

19 Aralık 2009 Cumartesi

ZEKİ ÖKTEN İÇİN


ZEKİ ÖKTEN İÇİN
21 Aralık 2009 Pazartesi Günü, Saat: 10.30’da
Beyoğlu Sineması’nda Anma Töreni Yapılacaktır.
Öğle Namazı Ardından Teşvikiye Camiinden, Zincirlikuyu
Mezarlığına Defnedilecektir.


 

 

 

 

 

 


 

 

ZEKİ ÖKTEN'İ KAYBETTİK... "GÜLE GÜLE" USTA...

Zeki ÖKTEN

4 Ağustos 1941 İstanbul doğumlu Zeki Ökten Haydarpaşa Lisesi mezunudur. Öğrencilik yıllarında tiyatro çalışmalarına başlar. Bir süre amatör tiyatroculuk yaptıktan sonra, yönetmen yardımcılığı ile sinemaya 1960 yılında girdi. Ve 1961 yılında bu düşünü gerçekleştirip, Nişan Hançer'in yönettiği "Acı Zeytin" filminde yönetmen yardımcılığı yaparak Yeşilçam'a ilk adımlarını atar. Lütfi. Ö. Akad, Halit Refiğ, Memduh Ün ve ağırlıklı olarak Atıf Yılmaz, yönetmen yardımcılığı yaptığı ustalarıdır. Ökten, 1963'de ilk filmini çeker. Adı "Ölüm Tuzağı"dır. Ne var ki bu ilk deneme bir "Zeki Ökten filmi" olmadığı gibi hazır da değildir. Ve dönemin koşulları içinde bu "ilk film" sıradanlığı aşamaz. Birkaç yıllık birikimi de henüz yeterli değildir. Zeki Ökten ancak daha sonraki yıllarda ustalığını kanıtlayacaktır.

Ökten, sinema yaşamının "unutulmuş" ya da "dışlanmış" bir filmi olarak kalan bu ilk denemesinin ardından, asistanlığını sürdürmek zorundadır. Dokuz yıl süren ikinci asistanlık döneminden sonra 1972'de çevirdiği "Kadın Yapar"la tekrar yönetmenliğe döner ve bu kez dikkati çeker. Arada birkaç piyasa işi ısmarlama filme imza atsa da 1973'te yönettiği "Bir Demet Menekşe", Zeki Ökten'in küçük bir "çıkış filmidir". Bu başarıda senaryocu olarak Selim İleri'nin de katkısı inkâr edilemez. Yalın ve duyarlı bir aşk öyküsü üzerine kurulu film, bazı yönleriyle eleştiriler alsa da akıcı anlatımı ve içerdiği toplumsal bakış açısıyla yeni bir yönetmenin gelişini müjdelemiştir. Özellikle de film karelerine geçen duyarlılık, Zeki Ökten sinemasının gelecekteki "ip uçları"ndan birini oluşturacaktır.


Lütfi Ö. Akad, Metin Erksan, Atıf Yılmaz, Osman F. Seden, Memduh Ün ve Halit Refiğ kuşağından sonra gelen "ikinci yeni kuşak sinemacıları"ndan biridir Zeki Ökten. Dönemin koşullarına teslim olmadan, kendini yenileyerek bu doğrultuda dikkatli bir iz sürmektir amacı. "Askerin Dönüşü" (1974), "Sürü" (1978), "Düşman" (1979) gibi filmlerinde gerçekçi bir bakış açısını benimserken, Kemal Sunal'ın oyuncu olarak yer aldığı "Kapıcılar Kralı" (1976), "Çöpçüler Kralı" (1977), "Faize Hücum" (1982) gibi filmlerinde sosyal eleştiriyi güldürü formatına başarıyla yerleştirir.


"Kapıcılar Kralı" ve "Çöpçüler Kralı" gibi Kemal Sunal güldürüleri, ilk tahlilde popülizme dayalı deneyler olarak görülse de her iki film, içten içe toplumsal bir yaşam biçiminin izlerini taşır. Anlattığı bizden insanların öyküleridir. Bu toplumsal güldürülerle ağırdan ağıra bir yol alsa da bir gün hedefi 12'den vuracaktır. İşte "Sürü" hedefe atılan ilk yaman kurşundur. Gerçekten "Sürü", yalnızca Zeki Ökten'in değil, Türk Sineması tarihinin de "başyapıt"larından biridir. Bir deli nehir gibi akan senaryosunu Yılmaz Güney yazmıştır, ama yaratıcısı da Zeki Ökten'dir. "Sürü", genel yapısı içinde bir ekip çalışmasıyla da sinemamızın ilginç örneklerinden biri sayılır. Ama altı çizilmesi gereken temel başarısı "Sürü"nün ulusal kaynaklardan yola çıkıp, evrensel bir boyut kazanmasıdır. Yurtdışında da dikkat çeken bu filmle birçok önemli uluslararası festivale katılır ve toplam 11 ödül alır.

Zeki Ökten, Yılmaz Güney işbirliği sonucu sinema yaşamının en verimli dönemine girer. Ve Güney'in senaryosundan çektiği "Düşman" da bu birlikteliğin ikinci büyük başarısıdır. Yurtdışında ada ilgi gören "Düşman" bir "nehir roman" gibidir. Ecran dergisi yazarı Fransız eleştirmen Marcel Martin'e göre, "belgesel çekimlerin ve mizansenlerin güçlülüğü nedeniyle müthiş bir yapıt ortaya çıkmıştır.


Bu ortak çalışmaların ardından, Zeki Ökten başarılarını bu kez bağımsız bir yönetmen olarak sürdürür: 1982'de "Faize Hücum"la, 1984'te "Pehlivan"la... "Sürü" ve "Düşman"da olduğu gibi bu iki filminde de kullandığı insan malzemesini, bir "yok oluş" ya da bir "tükeniş" teması üzerine kurduğu görülür. "Faize Hücum"la (1982) Antalya Film Festivali'nde En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerini alır. "Pehlivan"la birçok uluslararası ödülün yanı sıra, İstanbul Film Festivali'nin Üstün Başarı Ödülü'nü kazanır. 1988 yılında yaptığı "Düttürü Dünya"dan sonra yönetmenliğe ara verir. 1995'te çektiği kısa öykülü filmi "Hep Aynı"da ise iki kuşağın çatıştığı aile yaşamını ilginç gözlemlerle sergilerken, yeni bir başarıya daha imzasını atar. İddiasız, ama bir yaşam gerçeğiyle bütünleşen içtenlikli bir küçük denemedir "Hep Aynı". Zeki Ökten'in de yaşam gerçeği, "hep alçakgönüllü" olmak değil midir?

Belli aralıklarla, soluk alarak, dinlenerek ve seçmeci bir tavırla sinema yaşamını sürdüren Ökten'in yine içsel dünyaları kendine özgü bir duyarlılıkla sergilediği "Güle Güle" (1999) ve "Gülüm" (2002), son dönem filmleridir şimdilik, ve "son tahlil"de şu bir gerçektir ki: Zeki Ökten, yıllardır alıştığımız demagog yönetmenlerden değildir. Medyatik ise hiç değildir... Yaptığı bunca olumlu işe karşılık öne çıkmaktan kaçınan, içe kapanık dünyasıyla suskun, ama yalnızca filmleriyle konuşan bir yönetmendir o.


YÖNETMEN FİLMOGRAFİSİ
Ölüm Pazarı - 1963
Kadın Yapar - 1972
Kırık Hayat - 1972
Ağrı Dağı'nın Gazabı - 1973
Bir Demet Menekşe - 1973
Bitirim Kardeşler - 1973
Bitirimler Sosyetede - 1973
Vurgun - 1973
Askerin Dönüşü - 1974
Boşver Arkadaş - 1974
Hasret - 1974
Hanzo - 1975
Kaynanalar - 1975
Pisi Pisi - 1975
Şaşkın Damat - 1975
Kapıcılar Kralı - 1976

Ne Umduk Ne Bulduk - 1976
Çöpçüler Kralı - 1977
Sevgili Dayım - 1977
Sürü - 1978
Düşman - 1979
Faize Hücum - 1982
Pehlivan - 1984
Davacı - 1986
Ses - 1986
Yoksul - 1986
Düttürü Dünya - 1988
Saygılar Bizden - 1993 .... Televizyon Filmi
Aşk Üzerine Söylenmemiş Herşey - 1995 .... Televizyon Filmi
Güle Güle - 1999
Gülüm - 2002
Çinliler Geliyor - 2006


SENARİST FİLMOGRAFİSİ
Kaynanalar - 1975
Pisi Pisi - 1975

DİĞER FİLMOGRAFİSİ
Balalayka - 2000 .... Senaryo Danışmanı
Düşman - 1979 .... Kurgu
Kimlik - 1988 .... Oyuncu

ÖDÜLLERİ
Türk Filmleri Yarışması'nda Belediye Özel Armağanı - 1961
Kapıcılar Kralı - 14. Antalya Film Şenliği, En İyi Yönetmen. 1977
Düşman - Berlin Film Şenliği'nde iki özel ödül kazandı. 1980
Faize Hücum - 20. Antalya Film Şenliği, En İyi Yönetmen. 1983
Sinema Dalında 2000 Yılının Başarılı İletişimcisi ödülünü aldı.


http://www.kameraarkasi.org/yonetmenler/z/zekiokten.html

















10 Aralık 2009 Perşembe

Adile Naşit: En çok Hafize Ana

Adam dünyada hiçbir şeyden zevk almadığı, hiçbir şeye gülemediği şikayetiyle doktora gider. Doktor çeşitli önerilerde bulunur. Fakat adam bunların hepsini denediğini yine de bir sonuç alamadığını söyler. Doktor bu kez şehirde temsiller veren sirke gitmesini ve oradaki palyaçoyu seyretmesini salık verir; "O palyaçoyu seyret, mutlaka neşelenip güleceksin. O’nun dünyada güldüremeyeceği insan yoktur" diyerek. Adamın buna yanıtıysa şöyledir: "Ne diyorsunuz doktor! O bahsettiğiniz palyaço benim.

75 yılında Ses dergisinde Adile Naşit’le ilgili bir haber bu fıkrayla başlıyordu. Haber Darülaceze Çocuk Yurdu’ndaki çocukları ziyaret eden Adile Naşit’in çocuk özlemini ve kimsesiz bir çocuk edinmeyi düşündüğünü söylemesiyle ilgiliydi. Çünkü Adile Naşit çok sevdiği oğlu Ahmet’i 16 yaşında yakalandığı bir hastalık nedeniyle kaybetmişti. İçindeki çocuk özlemi ve acısı hiçbir zaman dinmez. Onun her gece televizyon ekranından masallarıyla büyüttüğü ‘kuzucukları’ bugün yirmili yaşlardalar. Filmlerindeki şen kahkahaları ise bugün yaşayan bütün kuşakların kulaklarında.

Babası  Komik Naşit Bey, bizim yetişemediğimiz yıllarda Direklerarası’nda izleyenleri yıllarca nasıl güldürdüyse, Adile Naşit de bizi yıllarca filmlerindeki neşeli karakterleriyle güldürdü, zaman zaman hüzünlendirdi. O fıkra, Adile Naşit’in babası Komik-i Şehir Naşit Bey’i de iyi anlatmaktadır aslında. Ömrünü tiyatroya, insanları güldürmeye adamış ünlü Komik Naşit Bey, son yıllarını yokluklar, yoksulluklar arasında geçirmiştir. Öldüğünde ise yoksulluk ve birikmiş epeyce borcu kalıyor miras olarak, çocukları Selim Naşit ve Adile Naşit’e. Bir de tabii ki sanatı…
16 Haziran 1930 yılında doğan Adile Naşit’in annesi de, dönemin ünlü kanto yıldızlarından Amelya Hanım’dır. Adile Naşit, ailesine katkıda bulunmak için on üç yaşında bir bayrak atölyesinde çalışmak zorunda kalır. O yıllarda tanıştığı Necdet Mahfi Ayral, O’nu Şehir Tiyatrosu’nun çocuk bölümüne aldırır. Tiyatrocu bir ailede, tiyatro ortamına doğan ve çocukluğu Şehzadebaşı’nda, Direklerarası’nda geçen Adile Naşit’in, ömrünün sonuna kadar sürecek sanat yaşamı böyle başlar. 1944 yılıdır; figüran olarak yeraldığı oyunda, bir gün oyunculardan biri hastalanınca onun yerine anne rolünde çıkar sahneye. On dört yaşındadır bu önemli ilk rolünde ve makyajla yaşlandırırlar. Yıllar sonra Muammer Karaca Tiyatrosu’nda "Masif İskemle" adlı oyunu oynuyorlardır. Artık yirmi beş yaşındadır fakat yine yaşlı bir kadını, Gülriz Sururi’nin 65 yaşındaki annesi rolünü oynuyordur. Oyunu izleyen Anadolu Film’in sahibinden film teklifi alır. Ertesi gün görüşmeye gittiğinde kapıyı açan ve "kimi aradınız" diye soran Hüseyin Peyda’ya, "Film için gelmiştim, beni çağırtmışsınız" der. Yanıt "Bir yanlışlık olacak biz sizi değil, oyundaki 65 yaşındaki kadını çağırdık" olur.

Şehir Tiyatrosu’na girdiği günlerde, yaz tatillerinde Halide Pişkin’le tiyatro çalışmaları yaparlar. 1946 yılında Muammer Karaca Tiyatrosu’na girer. "Sahne yaşamındaki gücünü, yeteneğini on altı yıl çalıştığı bu tiyatroda ortaya koyar." Arada Aziz Basmacı ve Vahi Öz’le tiyatro topluluğu kurup çalışmalar yaparlar. 1950 yılında, tiyatro oyuncusu Ziya Keskiner’le evlenir. 15 Ağustos 1951’de doğan çocukları Ahmet 16 Haziran 1966’da yaşama veda eder. Daha sonra, yıllarca Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nda sürdürür oyunculuğunu Adile Naşit. 1962 yılından 1974 yılına kadar sürer bu çalışma.
1975 yılından itibaren hayatının sonuna kadar sürecek yeni bir perde açılıyordur Adile Naşit’in önünde: Beyaz perde. İlk kez 1947 yılına tanışmıştır aslında sinemayla; Seyfi Havaeri’nin yönettiği, Hadi Ün, Şükriye Atav ve Handan Adalı ile oynadıkları "Yara" filmiyle. Ara verdiği sinemaya, 1970’lerin hemen başında "Beyoğlu Güzeli", "Canım Kardeşim", "Oh Olsun" gibi Ertem Eğilmez filmleriyle dönüş yapan Adile Naşit, 1975 yılında on dört filmde oynar. Uğur Dündar ve Hülya Koçyiğit’le oynadıkları "İşte Hayat" (Atıf Yılmaz 1975) filmindeki başarılı oyunu ile Antalya Film Festivali’nde En Başarılı Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü kazanır.

Asıl çıkışını, yine Ertem Eğilmez filmleri olan "Hababam Sınıfı" (1974) ve "Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı" (1975) filmlerindeki Hafize Ana rolüyle ve Ergin Orbey’in yönettiği "Bizim Aile" filmindeki anne rolüyle yapar. Hababam Sınıfı serileri "Hababam Sınıfı Uyanıyor" (1976), "Hababam Sınıfı Tatilde" (1977), "Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor" (1978) ve "Hababam Sınıfı Güle Güle" (1981) ile devam eder. "Bizim Aile" ile başlayan yufka yürekli fedakar anne rolleri "Aile Şerefi" (Orhan Aksoy, 1976), "Gülen Gözler" (Ertem Eğilmez, 1977), "Neşeli Günler" (Orhan Aksoy1978) gibi filmlerle sürer. Ardından Kartal Tibet’in yönettiği "Gırgıriye" ve "Gırgıriye’de Şenlik Var" (1981) gelir.
Bütün bu filmlerde, Münir Özkul’la mükemmel bir ikili oluştururlar. Filmlerdeki diğer rol arkadaşları da sinemanın son çeyrek yüzyılına damgasını vurmuş unutulmaz oyunculardır: Şener Şen, Tarık Akan, Müjde Ar, Ayşen Gruda, Kemal Sunal, Tarık Akan, Halit Akçatepe, Şevket Altuğ…

Adile Naşit’in sinema serüveni unutulmaz filmlerdeki unutulmaz rolleriyle devam eder. Bunlardan bazıları: "Hanzo", "Tosun Paşa", "Süt Kardeşler", "Şabanoğlu Şaban", "Kibar Feyzo", "Sultan", "Erkek Güzeli Sefil Bilo", "Davaro", "Şaşkın Ördek", "Namuslu"…
"Hisseli Harikalar Kumpanyası", "Neşe-i Huhabbet", "Şen Sazın Bülbülleri" ve "Yedi Kocalı Hürmüz" gibi müzikallerde rol alan Adile Naşit, TRT’de (1981) "Uykudan Önce" adlı programda çok sevdiği minik yavrularına, çocuklara masallar anlatır. "Kuzucuklarım" diye seslendiği ve şen kahkahasıyla teker teker isimlerini sıraladığı çocuklar, onun masallarını dinlemeden uyumaz o günlerde.
Deniz, Zeynep, Barış, Hülya, Cem, Filiz, Tuna, Ayşe… Bütün kuzucuklarının çok sevdiği Adile Teyze, 11 aralık 1987’de ayrılır aramızdan.

Oyuncu olarak yer aldığı filmler
1947: Yara, 1950: Lüküs Hayat, 1957: Kahpe Kurşun, 1959: Abbas Yolcu, 1970: Vur Patlasın Çal Oynasın, 1972: Sev Kardeşim, 1973: Oh Olsun, Canım Kardeşim, 1974: Salak Milyoner, Aç Gözünü Mehmet, Hasret, Yüz Liraya Evlenilmez, Mavi Boncuk, 1975: Gece Kuşu Zehra, Minik Cadı, Ah Nerede, Çapkın Hırsız, Delisin, Hanzo, İşte Hayat, Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı, Hababam Sınıfı, Bitirimler Sınıfı, Şehvet Kurbanı Şevket, Plaj Horozu, Haydi Gençlik Hop Hop, Pembe Panter, Sevgili Halam, Televizyon Çocuğu, Bizim Aile/Merhaba, 1976: Süt Kardeşler, Ne Umduk Ne Bulduk, Gel Barışalım, Hababam Sınıfı Uyanıyor, Ah Dede Vah Dede, Aile Şerefi, Tosun Paşa, 1977: Hababam Sınıfı Tatilde, Şabanoğlu Şaban, Sakar Şakir, Gülen Gözler, 1978: Kibar Feyzo, Sultan, Neşeli Günler, Hababam Sınıfı Dokuz Doğuruyor, 1979: Köşe Kapmaca, N'olacak Şimdi, Vah Başımıza Gelenler, Doktor, Erkek Güzeli Sefil Bilo, Gelinciklerim, 1980: İbişo, Renkli Dünya, Huzurum Kalmadı, Beş Parasız Adam, 1981: Davaro, Gırgıriye, Gırgıriyede Şenlik Var, Şaka Yapma, Bizim Sokak, Hababam Sınıfı Güle Güle, Şabancık, Deliler Koğuşu, 1982: Dolap Beygiri, Talih Kuşu, Görgüsüzler, Buyurun Cümbüşe, Adile Teyze, Şıngırdak Şadiye, 1983: Şaşkın Ördek, 1984: Gırgıriyede Büyük Seçim, Şabaniye, Namuslu, 1985: Şaban Papuçu Yarım, Satmışım Anasını, 1986: Ağa Bacı, Kiralık Ev, Hayroş, Yaygara 86, Kuzucuklarım, Milyarder, 1987: Aile Pansiyonu, Annem

Adile Naşit Anısına

Not: Facebook hesabınız varsa başlığa tıklayarak
videoyu izleyebilirsiniz

8 Aralık 2009 Salı

Sansür Hikayeleri

Sinemacıların korkulu rüyası sansür yıllardır dillere destan ve çoğu neredeyse komik uygulamalarıyla Cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak günümüze kadar süregelmiştir. Çoğu zaman keyfi kararlarla yasaklanan filmler hatta yakılan filmler izleyicilere ulaşamamış ya da film bir çok sahnenin çıkarılmasıyla izleyiciye ulaşabilmiştir. 1939 yılında "filmlerin ve film senaryolarının kontrolüne dair nizamname" yürürlüğe girer. Nizamnamenin 7. maddesi denetimini şu hükümlere göre yapıyordu: 1) Herhangi bir devletin propagandasını yapan, 2) Herhangi bir ırk ve milleti tezyif eden, 3) Dost devlet ve milletlerin hislerini rencide eden, 4) Din propagandası yapan, 5) Milli rejime aykırı olan siyasi, iktisadi ve içtimai ideoloji propogandası yapan, 6) Umumi terbiyeye ve ahlaka ve milli duygularımıza mugayyir bulunan, 7) Askerlik şeref ve haysiyetini kıran ve askerlik aleyhine propaganda yapan, 8) Memleketin inzibat ve emniyeti bakımından zararlı olan, 9)cürüm işlemeğe tahrik eden, 10) İçinde Türkiye aleyhinde propaganda vasıtası olacak sahneleri bulunan filmlerin çekimine müsade edilmez.
Sinemada ilk sansür uygulaması 1919 yılında Mürebbiye filmiyle başlar. İşgal ordularının Fransız komutanı General Franchet d'Esperey tarafından yasaklanan filmin Anadolu'ya gönderilmesine ve gösterilmesine izin verilmez. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın romanından uyarlanan filmde bir Türk ailesinin yanında mürebbiye olarak çalışan Fransız kadının hikayesi anlatılır. Madam Kalitea'nın başarıyla oynadığı Fransız mürebbiye çalıştığı evin bütün erkeklerini baştan çıkarır ve birbirlerine düşürür. Fransızları küçük düşürüyor gerekçesiyle böylece ilk sansür uygulaması başlamış oluyordu. Sansürle başı derde giren sinemacıların başında kuşkusuz Metin Erksan gelir. 1950'li yılların başında çektiği Karanlık Dünya adlı filminin adı sansür komisyonunca Aşık Veysel'in Hayatı olarak değiştirilir. Yine aynı film, oyunculardan Aclan Sayılgan ve Kemal Bekir'in Komünist Parti kurma suçundan tutuklanmasıyla 7. maddenin 5. fırkası gereğince tümden reddedilir. Daha sonra tekrar komisyona giren film şartlı olarak izin alabilir. Ekin boylarının kısa ve cılız oluşu, ziraat işleminin çok ilkel olması, turna dansı yapan dört kızdan ikisinin çıplak ayaklı, ikisinin çarıklı oluşu şartlı kabulün gerekçelerinden bazılarıdır. Yine Metin Erksan'ın Yılanların Öcü ve Susuz Yaz adlı filmleri de sansürden nasibini almıştı. O dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Yılanların Öcü'nü köşkte izleyip çok beğenmesine ve Metin Erksan'la yapımcı Nurset İkbal' i tebrik etmesine rağmen film sansürden izin alamayarak tümden reddedilmişti. Susuz Yaz da "gayri ahlaki" bulunarak tümüyle reddedilmişti. Duygu Sağıroğlu' nun Bitmeyen Yol filmi köyden büyükkente göç eden köylülerin yaşam öykülerini anlatıyordu. Fakat olur mu öyle şey, sansür kurulundan haberiniz yok galiba. Tabii ki filmin, halka gösterilme- sine yurt dışına çıkarılmasına "şehrin en kötü ve en sefil yerlerini, işçilerin en sefil hayat şartları içinde yaşadıklarını belirttiği, bütün işverenleri kötü huylu, hoyrat, işçiyi hakir gören kişiler olarak gösterdiği ..." gerekçesiyle izin verilmez.Lütfi Ö.Akad'ın yönettiği Hudutların Kanunu da sansür kurulunca yasaklanıyordu. Yılmaz Güney'in Umut filmi 10 maddelik gerekçeyle yasaklanıyordu. Bu maddelerden biri şöyleydi: "Filmde Yılmaz Güney ve arabası bakımsız, pis, yırtık, çok zayıf bir at ile iş yapması ve geçinmesi şansa bağlı olup kalabalık bir aileyi geçindirilmesi düşünülmez iken, bu araba ve at fakirliğin bir sembolü olarak ele alınmış, çeşitli olaylarla da çalışmak imkanı bulunmadığı kanaatı verilmiştir." Yılmaz Güney'in Ağıt filminde de sakıncalı sahneler bulunarak o sahnelerin çıkarılması isteniyordu. "Doktor hanımın Yılmaz Güney'in vücudundan kurşunu çıkarırken hep bir ağızdan şarkı söyleme sahnesinin çıkarılması." Filmde kaçakçı Çobanoğlunu oynayan Yılmaz Güney jandarmalar tarafından vurulur. Vücudundan kurşun çıkarılırken direnme gücü verebilmek için adamlarının söylediği, sansür kurulunun filmden çıkarılmasını istediği türkü "Zahit Bizi Tan Eyleme" dir. Süreyya Duru'nun çektiği Kara Çarşaflı Gelin de "memleket asayişine zararlı" olduğu için yasaklanmıştı. 1970'lerdeki seks filmleri furyasında da "umumi terbiyeye ve ahlaka, milli duygularımıza mugayir bulunan" filmler sansürden geçmiyordu. Anlatmakla bitmeyecek kadar çok ve çoğu komik gerekçelerden bazılarını Agah Özgüç'ün "Türk Sineması Sansür Dosyası"(*) kitabından aktarıyorum. Filmin adı: Şoförün KarısıGerekçesi: Leyla ile Handan'ın birlikte oturmaya karar verdikleri zaman "kazancımızı ortaya koyar beraber harcarız" sözü bir çeşit kominizim düşüncesi telkin ettiğinden.Filmin adı: Belanın Kralı Gerekçesi: İşe el koyan polislerin "biz de şaştık kaldık" demesinin çıkarılması.
Filmin adı: Killing İstanbul' da
Gerekçesi: "Polis öldürdü" sözünün çıkarılması, Mine Soley' in profesörün evinde asistanken, evine döndüğünde aynanın karşısında bikini ile arkadan görüldüğü sahnenin çıkarılması.
Filmin adı: Vur Tatlım
Gerekçesi: Rum kızının söylediği "kabuksuz çekirdek yiyecektim" sözünün çıkarılması .
Filmin adı: İstanbul Dehşet İçinde
Gerekçesi: Otomobilin patlayan sol tekerleğinin sağ olarak değiştirilmesi.
Filmin adı: Aşkınla Divaneyim
Gerekçesi: Arif'in Nuri'ye söylediği "gidi" ibaresinin çıkarılması.
Filmin adı: Kıran Kırana
Gerekçesi:Uyuyan işçinin uyandıktan sonra Kamil'in arkasından söylediği "Birgün elime fırsat geçer, ben sana gösterim" sözlerinin, Gül'ün yaralı olan Kamil'in kolundan kurşunu çıkardığı sahneden, bıçakla kolunu kurcalandığını gösteren pasajın halk üzerinde tavahhuş uyandırdığından çıkarılması.

Filmin adı : Yüz Karası
Gerekçesi: Genç aşıklara söylenilen "Bir yastıkta kocayın" sözünün çıkarılması.
Filmin adı : Anadolu'da Roma Mozaikleri - Karanlıkta renkler - Üçüncü Murat Surnamesi
Gerekçesi: Türkiye'yi ilkel ve halkını sefil olarak gösteren bazı sahnelerin çıkartılması şartıyla.

(*) Türk Sineması Sansür Dosyası -İnceleme- Agah Özgüç. Koza Yayınları-1976







İzleyiciler